Direnişin Kadın Hali 

İrem Dönmez ⎜ Ece Tepeli⎜Esra Özdilim
Atlas Sibel Arslan ⎜Didem Eker⎜Kyra Mengeş

“Hayatımın en anlamlı günleriydi” dedi biri. Bir diğeri topuklu ayakkabılarıyla nasıl gazdan kaçtığını anlattı ellerini heyecandan nereye koyacağını bilemeden. Birisi sevdiği bir şairin mısralarına benzetti sokakta olmayı. Bir diğeri yumruğunu havadayken nasıl da sevdiğini anlattı. Sema, Aslıhan, Zeynep. Direnişi ve direnişte kadın olmayı anlattı.

DPP_2375

Kadındık. Bir şeyler oluyordu ülkede. Üç çocuk isteniyordu bizden, “Kız mıyız kadın mıyız” bilemiyordu devlet erkanı, kürtaj hakkımızı konuşuyordu erkekler, içki alma saatlerimiz belirleniyordu. Şaşkındık, öfkeliydik, ne yapacağımızı bilemiyorduk. Bir yanda “AVM” diye diretenler vardı. Diğer yanda ağacına, parkına, gölgesine ama en çok da özgürlüğüne ve umuduna sahip çıkmak isteyen bizler.

Bir gün uyandık, henüz gün doğmadan yakılan çadırları gördük ve sonra kırmızılar içinde bir kadını. Zamirlerden, sıfatlardan, yaşanmışlıklardan, öğretilenlerden, dayatılanlardan kaçıp biz olmuştuk. İsimlerimiz, yaşlarımız, en sevdiğimiz renkler, çocukluğumuzun masal kahramanları birbirinden farklıydı. Bizi birleştirense baskıydı, direnişti, ağaçtı, Gezi’ydi, sokaktı, attığımız sloganlar, sloganlara iliklediğimiz umuttu.

Tanıklık ettikleri tarih, bir parça da darbeler tarihi olan anne babaların “Aman yavrum olaylara karışma” tembihleriyle büyütülen bizler, anne babanın sözünden çıkmanın, sokakta olmanın, meydanları doldurmanın, omuz omuza bir şeylere meydan okumanın tadına vardık, mutluluğunu yaşadık. Sonunda her birimizin anlatacak hikayesi olmuştu.

“Bacağım kırılınca hayalimden vazgeçtim”

“Annemin haberi yoktu benim direnişe katıldığımdan. Hatta o beni İstanbul’da sanıyordu. Oysa ben Ankara’da ismini bile bilmediğim sokaklarda, tanımadığım insanlarla omuz omuza yürüyor, sloganlar atıyor, biber gazına karşı yarım limonu onlarca kişiyle paylaşıyordum” diyerek sözlerine başladı Sema. Felsefe öğrencisi, yoga eğitmeni olmak isteyen, Uzakdoğu’da reiki eğitimlerine katılan, hayatından huzuru ve barışı eksik etmemeye çalışan bir kadın Sema.

Arkadaşının mezuniyet törenine katılmak üzere gittiği Ankara’da insanlar sokaklara döküldüğünde, o da kendini yumruğu havada slogan atarken buluvermiş. Sokaklara çıkma nedenini “Duramadım, kayıtsız kalamadım gördüğüm vahşet karşısında. Ne yapabileceğim hakkında en ufak bir fikrim yoktu. Ama evde durmanın mümkün olmadığını biliyordum. Ve bir de bir şeylerin değişeceğini hissetmiştim. O değişimi kaçırmak istemedim” diyerek anlatıyor.

Neler yaşadığını anlatmaya başlıyor sonra: “Polis şiddetinin buralara varacağını, hatta polisin şiddet göstereceğini bile tahmin etmiyordum. Çünkü sadece yürüyor, bağırıyor ve isteklerimizi söylüyorduk. O kadar sayıda insanı aynı amaç uğruna bir arada görmemiştim daha önce. Büyülenmiş gibiydim. Kuğulu Park’a yaklaşmışken kortej durdu. Ne olduğunu anlamadım, ortalardaydık biz çünkü. Bir patlama sesi duydum, sonra bir tane daha ve sonra sayamayacağım kadar çok. Gözlerim yanıyordu, nefes alamıyordum. Herkes dağıldı ve biz de ara sokaklardan birisine kaçtık.”

“Koşmakta zorlanıyordum. Üzerimde uzun bir etek vardı ve koşmamı engelliyordu. Nereden bileyim uzun etekle eyleme katılmamak gerektiğini, daha önce eyleme hiç katılmamıştım ki. Kaçtığımız sokağın başında bir toma belirdi sonra. Ne yapacağımı bilemedim. Bir avuç kişiydik. Önde toma su sıkıyor, arkadan polis biber gazı sıkarak geliyor. Kolayca dağıttılar bizi. Ben kaçarken kayıp düştüm. Nefes almakta zorlanıyordum zaten, o yüzden kalkamadım. Üç polis geldi sonra başıma. Çok korktum gözlerimin önündeki o garip ayakkabıları görünce. Bir yandan tekmeliyor, bir yandan da küfrederek ayağa kalkmamı söylüyorlardı. Belimdeki tekme hareketlerini hissedemez hale geldim. Bir tanesi de sürekli bacağıma vuruyordu. Gözlerimi kapadım sımsıkı. Yapabileceğim başka bir şey yoktu.Sonra sokağın üst tarafından şişe yağdırmaya başladılar bizim olduğumuz tarafa doğru. Polisler de şişe atan tarafa doğru hareketlendi, giderken de “Seninle daha işimiz bitmedi” deyip küfretmeyi ihmal etmediler.”

965345_10152345523481953_2045947623_o

Polisler gittiğinde iki kişi gelip Sema’yı yakınlardaki bir apartmanın bodrum katına taşımış. Eve taşınmasını hayal meyal hatırladığını söylüyor ve o bilinç haliyle gözaltına alındığını sandığını ifade ediyor. Anlatmaya başladığından itibaren ilk kez gözleri doluyor konuşurken, yine de devam ediyor anlatmaya: “Kendime geldiğimde odada hiç tanımadığım altı kişi vardı. Şaşırdım ama polisleri başımda gördüğüm zaman korktuğum kadar da korkmadım. Bacağımı hareket ettirirken canım çok yanıyordu. Ne kadar geçti üzerinden bilmiyordum ama evden de çıkamıyorduk. Hem sokaklarda polisin şiddeti devam ediyordu hem de sosyal medyadan gözaltıların devam ettiğine dair haberler geliyordu.”

Ertesi gün kapı çaldı ve çok şık giyinmiş, ayağında topuklu ayakkabılar elinde kocaman bir çantayla birisi girdi odaya. Absürd bir tiyatro oyunu sergilenir gibiydi. Ne olduğunu anlamıyordum. Sonra anladım ki gelen kişi pratisyen bir doktormuş ve polis onu da direnişçi sanıp da çantasını arar diye böyle bir kamuflaj kıyafet seçmiş kendisine.”

Sema, hiç tanımadığı kişilerle birlikte üç gün kalmış o bodrum katında. Pratisyen doktor iki kez daha uğramış ve bacağının kırıldığını söylemiş Sema’ya. Duyduğunda aklına ilk gelen yoga eğitmenliği olmuş ve o hayali için bacağına nasıl da ihtiyacı olduğu.

Sema Amerika’da şimdi. Bacağının düzelmesi için bir dizi ameliyat olmayı bekliyor. Her fırsatta pişman olmadığını söylüyor ve ekliyor: “En büyük hayalime ulaşamayacağım belki artık, yoga eğitmeni olamayacağım. Ama artık başka başka hayallerim var. Yaşadığım ülkeye dair hayallerim yoktu eskiden. Artık oldu.”

“Kadınların ülkesi yok”

Yoğurtçu Parkı’nda Mısırlı bir kadın. İsmi Zeynep. Gezi Parkı Direnişi’ni Mısır’da sosyal medyadan takip etmiş ve Türkiye’ye gelmeye karar vermiş. Direnişin ilk günlerinde sokaklarda, alanlardaymış. Dili yettiğince sloganlara eşlik etmiş, gücü yettiğince yumruğunu havada tutmuş. Şimdilerde ise parklarda yapılan forumları takip ediyor ve buralarda dayanışmanın, kadın olmanın, direnişin tarihinin yazıldığını ifade ediyor.

Yıllardır çeşitli sebeplerle Türkiye’ye gelip gittiğini söyleyen Zeynep devam ediyor anlatmaya: “O kadar heyecanlandım ki Gezi Parkı olaylarını sosyal medyada görünce. Duramadım Mısır’da. Burada Türk kadınlarıyla birlikte olmak istedim. Geldim. Sokaklardayım, parklardayım. Çünkü biliyorum ki biz kadınların ülkesi, milliyeti yok. Dünyanın hangi ülkesinde, hangi şehrinde, hangi sokağında olduğunun bir önemi yok. Bir yerde zorbalığa karşı havada tutulan yumruklar, atılan sloganlar varsa ve kadınlar da buralardaysa geriye kalan her şey önemsiz. Kadın olmak bambaşka, birlikte olmayı ve dayanışmayı gerektiren bir şey.”

Akademisyen olduğunu ve yıllardır kadın hareketlerini izlediğini ifade eden Zeynep: “Mısır’da da kadınlar seslerini çıkarıyor artık. Ama Türkiye’de bu son olaylarda gördüm ki Türkiyeli kadınlar birbirlerine çok güzel sarıldı ve her biri direnişin sembolü haline geldi. Ben, 1970ler’den beri Türkiyeli kadınların güçlenmesini ve bir araya gelerek büyümesini izliyor ve destekliyorum.”

“Sarıldığımız şeyleri birer birer elimizden alıyorlardı”

1003429_600240646682274_450719184_n

“En çok duvarlarda sevdiğim şairlerin sevdiğim mısralarını görünce mutlu oldum ben. Ve ‘İyi ki sokaktayım’ dedim bunları görünce. Şiirsiz ne aşk yaşanır ne hayat. Bu direniş de şiirsiz olmazdı, olmamalıydı” diyerek başlıyor kendi direnişini anlatmaya Aslıhan ve Cemal Süreya’yı anarak devam ediyor konuşmasına: “Ölüm geliyor aklıma birden ölüm. / Bir ağacın gövdesine sarılıyorum. Hayata karşı direnirken sarıldığımız şeyleri birer birer elimizden almaya başlamışlardı. Biz de bari ağaca sarılmamızı engellemesinler diye sokağa çıkalım dedik. İyi de yaptık.”

Polis şafak baskınıyla Gezi Parkı’na girdiği ilk gün olanları öğrenince Çanakkale’den İstanbul’a otobüs bileti alırken bulmuş Aslıhan kendini. İstanbul’da ne iz bilir ne yol, sadece birkaç arkadaş. Yürümüş, kitap okumuş, biber gazı yemiş, polis copuyla hemhal olmuş da kendisine en uygun olanın revirde gönüllü olmak olduğunda karar kılmış sonunda. Bazen Beşiktaş’ta, bazen Gezi Parkı’nda kurulan revirlerde çalışmış.

Hayatının en anlamlı günlerinin direniş süreci olduğunu söylüyor ve devam ediyor: “Herhangi bir tıp eğitimim yoktu ama yapabileceğim şeyler vardı. İlaçları tasnifledim, çatışmaların dolayısıyla da yaralıların en yoğun olduğu saatlerde enjektörlerin ambalajlarını çıkarttım, solüsyonlar hazırladım. Her şeyden önce de insanlara yalnız olmadıklarını hissettirdim. Ki bence en önemlisi de buydu. Bir gece Beşiktaş’ta çocuğun kulağına dikiş atılırken elimi tutmamı istedi benden. Tuttum ben de, acı çektiği çok belliydi ama işte ben vardım en azından. Birbirimizin isimlerini bile bilmiyorken hayatın en önemli anlarını paylaştık, hikayeler biriktirdik. Benim için güzel olan da buydu zaten.”

“Polisin Gezi Parkı’na müdahale ettiği ve çadırları kaldırdığı 16 Haziran gecesi parkın içerisindeymiş Aslıhan. Parkın bir köşesinde Jonathan Livingston’ın Martı’sını okurken atılmaya başlanmış gaz bombaları. Ne yapacağını bilememiş. Gaz maskesini ve deniz gözlüğünü çadırında unuttuğunu fark edince paniklemiş. “O kadar gün direnişteyim, sokaktaydım, çadırdaydım, pek çok sefer biber gazına maruz kalmış, polisin şiddetinden nasibimi almıştım ama polisin öfkesi ve şiddeti hiç bu kadar yoğun olmamıştı. Kendimi Divan Otel’e attım bir şekilde. Kitabımı da elimden bırakmadığımı fark ettim ve başladım ağlamaya. Direnişten beri ilk kez ağlıyordum.”

Gezi Parkı’nda olduğunu bilen babası aramış o esnada Aslıhan’ı. Konuşamamışlar, kesilmiş telefon. Gecenin ilerleyen saatlerinde babasından bir mesaj gelmiş Aslıhan’a. Sivas Katliamı’nda yaşamını kaybeden Metin Altıok’un kızı Zeynep’e yazdığı mektuplardan bir alıntıymış bu:

“Nar çiçeğim; burada yaşamımı ayakta tutan iki temel direk var, önce sen, sonra şiir. Aramız derya deniz de olsa, sıradağlar da, en ufak bir sıkıntıda aşar gelirim. Hep babanın var olduğunu bilerek yaşa.”

* Fotoğraflar: Görkem Keser